Pınar Maro, Artemis Yayınları'ndan çıkan, “Mutluyken Zaman Hızlı Akar” adlı anı romanını, acının tam ortasındayken kaleme almaya başlamış. Yazarı yazmaya iten acı, “en sevdiğiyle altı yıl boyunca ha öldü ha ölecek diye yaşaması.” Var oluşla yok oluşun birbirine karıştığı, yaşama tutunmakla veda edişin iç içe geçtiği bu sancılı süreç yazma güdüsünün en güçlü bileşeni olmuş.

Fakat bu acı, gerçekteki haliyle ve anlamıyla yerini bulabilmesi için yazarın hayat hikâyesine eklemlenmiş. Örneğin, hastalığın hemen öncesinde tadı tuzu yerinde, şahane bir aşk var. Belki de o ağır hastalığı aşktan yoksun bırakmaya gönlü razı olmamıştır yazarın. Aşkla sevdiği eşini sadece hastalığın öznesi yapmaya içi elvermemiştir. Özündeyse, hayatı en başından ve olduğu gibi satırlara dökmedikçe, yani büyük resmi çizip karşısına geçmedikçe, son altı yılına yayılan hastalık acısı da dâhil olmak üzere, yaşadığı hiçbir şeyin hakikatine hakkıyla ulaşamayacağını sezmiş olabilir.

Pınar Maro, “Mutluyken Zaman Hızlı Akar”da yaşadıklarını anbean hatırlamakla kalmıyor, adeta yeniden yaşıyor ve bu sayede okura da yaşatıyor. Hayatın o büyük resmini andıran her şey ustalıkla yerini buluyor kitapta. Okullardaki sıra arkadaşlıkları, ilk flörtler, otuz yıl önce kokusu alınıp unutulamamış parfümler, kapıya getirilmiş ilk güller, takılmış ilk söz yüzüğü, aile ilişkileri, çatışmalar, sıkışınca mağaralarına kaçan kıyıcı erkekler, yuva kurma özlemleri, anne baba olmak, ayrılmalar ve kavuşmalar, yalnızlıklar ve aşklar, mutlu ve acı günler, dostluklar ve kalp kırıklıkları, susup kalmalar ve gidişatı yıkıp yeniden başlamalar, kendine ve hayatına sahip çıkma çabaları, muhteşem sofralar ve masmavi denizler, sevgiyle birleşip tek parça olmalar ve acıdan dağılıp kendi içinde paramparça olmalar…

Gerçeği ve kendini yazmak, bunları bir kurmacaya yedirmeye göre iki kat daha meşakkatlidir. “Evet, hepsi gerçek, bunları ben yaşadım,” demek okuru ikna etmez. “Tıpkı yazdığım gibiyim, kendimi yazdım,” demek de okur katında bir şey ifade etmez. Çünkü gerçeği ve kendinizi yazıp yazamadığınıza okur yazınsal ölçütler ve hislerle inanabilir ancak. Belki de Pınar Maro’nun en büyük başarısı, bizi gerçeğe ve kendine inandırması. Yazdığı kitabın hayata, kendisininse yazdığı kitaba benzemesi.

Kitabın editörlüğünü ise Gazeteci İclal Aydın yaptı.