Türkiye ve Ankara, en uzun gecelerinden birini yaşadı.
Müzelik bir malzeme olması gereken darbenin en acımasız yöntemlerle yeniden hortladığı-hortlatıldığı bir gündemin içindeyiz.
 
Milliyet Ankara Bürosu’nun; TBMM, İçişleri Bakanlığı, Jandarma Genel Komutanlığı ve Genelkurmay Başkanlığı’yla komşu olan binasında, bomba sesleri altında gelişmeleri sabaha kadar izledik.
Dostlarımıza; “Sığınağa gidin, çıkmayın” gibi, hayatımız boyunca hiç söylemeyeceğimizi düşündüğümüz, filmlerden fırlamış ifadelerde yol gösterdiğimiz, 10 dakikada bir patlayan bombaların ses ve basınç etkisinden kurtulmak için ağzımıza kalem almamız gerektiğini öğrendiğimiz, “Darbe böyle mi olur?” diye soran çocuklarımıza ne cevap vereceğimizi şaşırdığımız, bu ruh hali içinde haber peşinde koştuğumuz bir geceydi.
Ama bu kişisel tecrübe, böylesine bir darbe girişiminin, Türkiye’nin yaşanabilir, demokratik, insan hak ve hürriyetlerine dayalı bir ülke olup olmadığı yolunda yarattığı büyük soru işaretinin yanında çok önemsiz.
Darbelerin kazananı olmaz, ancak bir galibi olur.
Bu uzun gecenin galibi, şüphesiz, tankların önünde, üstünde, paletlerinin sınırında mesajını veren vatandaşlarımız.
Devleti yönetenlerin kendine güveninin de, Meclis’in yıkılan duvarları arasında nihayet yan yana gelebilen iktidar ve muhalefet partilerinin temsilcilerinin de üzerinde yükseldiği omuzlar bu omuzlardır.
Basit gerçekler
Bir yönüyle eşsiz bir sınavı yaşadığımız darbe gecesinin önümüze koyduğu gerçekler epey fazla.
Türk Silahlı Kuvvetleri’nde ezelden beri var olan hiyerarşi dışı yapı geleneğinin hep bol tomurcuklu bir bitki kökü gibi var olduğu gerçeği gibi.
15 Temmuz darbe girişiminin; Güneydoğu’da PKK, sınırda IŞİD ile mücadele eden TSK’ya karşı son dönemde artan ilgi ve güvenin zarar görme olasılığı gibi.
Bu girişimin ağır ilerleyen demokrasi çarkımıza yapacağı olumsuz etkiler, başta dış dünyadaki algımız ve ekonomi olmak üzere yaratması muhtemel maliyet gibi.
Genelde devlet aygıtının, özelde TSK’nın kendi içindeki hiyerarşi dışı yapıları ortaya çıkarma konusunda yaşadığı ciddi denetim sorunu gibi.
Haftalar, aylar süren bir planlamadan haberdar olamayan bürokratik ve istihbari sistemin silkelenmesi gerektiği gibi.
Devlet iki şey yapıyor
Bir yandan bu sorulara gerçekçi yanıtlar verirken, ülkeyi yönetenlerin olayın sıcaklığıyla yapması gereken iki şey var ki bu yapılıyor.
Birincisi, böylesine bir darbe girişiminin gerçekleşebilmiş olmasından kaynaklanan siyasi belirsizlik ve istikrarsızlık tuzağının kapanına kısılmamak.
İkincisi, toplumsal psikolojiyi yönetmek ve en kısa sürede düzeltmek.
Gerek Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın, gerekse Başbakan Binali Yıldırım’ın ilk andan itibaren yaptıkları açıklamalar ve bunlara hakim olan üslubun bir soğukkanlılık yansıttığı açık.
“Millet egemenliği” ilkesine dayanan bu açıklamalar ve vatandaşa dönük çağrılar sonuca büyük katkı sağladı.
Nitekim dün Çankaya Köşkü’nde, beraberinde Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hulusi Akar ve ilgili bakanlarla kameraların karşısına geçen Başbakan Yıldırım’ın açıklamaları bunu teyit ediyordu.
İyi hazırlanmış bir konuşma metniyle mikrofonların karşısına geçen Yıldırım, “Türk demokrasisi için kara bir leke” olarak nitelediği girişimin, karşısında milleti bulduğunu, bunun, “15 Temmuz demokrasi bayramını” yarattığını vurguladı.
Başbakan, bir “şükran konuşması” olarak özetlenebilecek açıklamasında; millete, darbe girişimine prim vermeyen komutanlara, subaylara, olayın olduğu ilk andan itibaren meydanları dolduran sivil toplum kuruluşlarına, siyasi partileri destekleyenlere, hayatlarını ortaya koyan özel kuvvetlere, polise, vatansever bir yayıncılık yapan basın kuruluşlarına, siyasi partilere ve tabii başkomutan sıfatını da taşıyan Cumhurbaşkanı Erdoğan’a teşekkür etti.
Orgeneral Akar “sabırsızdı”
Başbakan’ın soğukkanlı ve net açıklamalarını dinlerken sağ yanında yer alan Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hulusi Akar’ın mimiklerini izledim.
Karargâhında alıkonulan ve bir operasyonla kurtulan Orgeneral Akar, Başbakan’a yöneltilen, “Kontrol tam olarak sağlandı mı?” sorusuna, kendisine yöneltilmişçesine keskin bir baş hareketiyle, “evet” yanıtını verdi.
Gergin değildi, ancak, “sabırsız” görünüyordu. Hemen bir şeyler yapmak ister gibiydi.
Göz göze geldiğimizde gülümseyerek selamlaştık.
Basın toplantısının ardından, Başbakan’ın Çankaya Köşkü’ndeki makamında bazı bakanlar, bürokratlar ve milletvekilleri ile Orgeneral Akar’ın da yer aldığı uzunca bir görüşme gerçekleşti.
Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Galip Mendi de bir ara Köşk’teydi. Orgeneral Akar’ın aksine sivil kıyafet giymişti. Yaşadığı gerilim ve üzüntü yüzüne yansımıştı.
Fidan: Sabaha kadar çarpıştık
Basın toplantısının ardından Başbakan’ın makam odasına doğru yöneldiğimizde MİT Müsteşarı Hakan Fidan ile karşılaştık. Sakalları uzamıştı. Yorgun, ancak gülümseyen bir ifadeyle ayaküstü sohbet etme imkânı verdi.
Malum, MİT yerleşkesi, darbe girişimi gecesinin en zorlu kurumlarının başında yer aldı. Uzun saatler boyunca, helikopterlerin de yer aldığı karşılıklı bir çatışma ortamı yaşandı.
“Geçmiş olsun” dediğimiz, “Nasıl bir geceydi?” diye sorduğumuz MİT Müsteşarı, “Sabaha kadar çarpıştık” yanıtını verdi. Mücadelenin sonunda amaçlarına ulaştıklarını söyledi. “Sistematik operasyon bitti” ifadesini kullandı. Kendisiyle konuştuğumuz saatlerde Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Salih Zeki Çolak ile Genelkurmay İkinci Başkanı Orgeneral Yaşar Güler Akıncı Üssü’nde hâlâ tutuluyordu.
Yazının devamı için buraya tıklayın