İletişim Yayınlarının Modern Türkiye'de Siyasi Düşünce Serisi'nin 10. cildi "Feminizm" adıyla yayınlandı.
Feryal Saygılıgil ve Nacide Berber'in editörlüğünde hazırlanan kitapta 80 feministin feminizm üzerine yazdıkları makaleleri yer alıyor.
On yıllarca küçümseme sözü olarak kullanılan feminizm, 21. yüzyılda Türkiye’de son derece canlı bir akım olarak kendini gösterdi. Elinizdeki cilt, feminizmin yüz yılı aşan tarihsel seyri içindeki değişimlerin, belli başlı tartışmaların, öncülerin, sözcülerin, yazarların bir envanterini sunuyor. Geç Osmanlı döneminin Müslüman ve gayrimüslim öncüleri… Kemalizmin kadın hakları söylemi… Solun feminizmle uzun imtihanı… Liberal bakışlar… Muhafazakâr ideolojide kadın görüşü… Magazin dergilerinde “popüler feminizm”… İslâmî feminizm tartışmaları… Kürt kadın hareketi… Transfeminizm...
Feminist düşünce ve harekete eşik atlatan dergiler ve tartışmalar: Ataerkillik, emek ve iktisat, beden ve cinsellik, şiddet, aile… Siyasete katılım mücadelesi… Edebiyatta, akademide, yayıncılıkta feminizmin etkileri…
Feminist düşüncenin farklı kollarının karmaşık bir etkileşim içinde birbirinden beslendiğini de gösteren, geniş bir deltanın haritası.
Nacide Berber, kitapla ilgili şunları söyledi, "Türkiye'deki feminist düşünce ve hareketin gücünü, aklını ve heyecanını yanımıza alıp 2.5 yıl süren bir yola çıktık. Öyle çok şey birikmiş ki 80 kadının emeğiyle -ki gönül daha fazlasını isterdi- Feminizm cildi nihayet ellerimizde... Bu memlekette feminist düşünceyi, mücadeleyi biriktirenlere, devam ettirenlere bin selam olsun! Cildin okuru bol, yolu açık olsun, çok ama çok kadınla buluşsun."
Nacide Berber ve Feryal Saygılıgil, Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce dizisinin onuncu cildi olan Feminizm'i konuşmak üzere bu akşam / 11 Ocak 2021/ saat 21:00'de İstanbul Edebiyat Evi'nin düzenlediği online etkinliğe konuk olacaklar.
Link: http://zoom.us/j/98707747465 Zoom Webinar ID: 987 0774 7465
10.Cilt Feminizm yazarları şu isimlerden oluştu;
MELTEM AHISKA • NECLA AKGÖKÇE • FEYZA AKINERDEM • NİMET ALTINTAŞ • SEMİHA ARI • HAZAL ATAY • BERFİN ATLI • EMEL UZUN AVCİ • EBRU AYKUT • ŞULE N. AYTAÇ (TORUN) • BEYHAN UYGUN AYTEMİZ • NARİN BAĞDATLI • CEMRE BAYTOK • NACİDE BERBER • FATMAGÜL BERKTAY • BEYZA BİLAL • MELİSSA BİLAL • AKSU BORA • HÜLYA BULUT • DİDEM ARDALI BÜYÜKARMAN • DELTA MERİÇ CANDEMİR • FUNDA ŞENOL CANTEK • DUYGU CEYLAN • RÜMEYSA ÇAMDERELİ • SEVİLAY ÇELENK • AYŞENUR DEĞER • SERAN DEMİRAL • AYNUR DEMİRDİREK • LUCIE DRECHSELOVÁ • SELİN ÇAĞATAY • GÜLŞEN ÇAKIL DİNÇER • BERNA EKAL • FERİDE ERALP • ZEYNEP CEREN EREN • EMEK ERGUN • NİSA GÖKSEL • HANDE GÜLEN • İLKSEN GÜRSOY • EMİNE HIZIR • RUŞEN IŞIK • SUNA KAFADAR • EFİ KANNER • İLKNUR YÜKSEL KAPTANOĞLU • SEVDAGÜL KASAP • FİLİZ KERESTECİOĞLU • İNCİ ÖZKAN KERESTECİOĞLU • BİRSEN TALAY KEŞOĞLU • SİBEL KIR • ZEYNEP KUTLUATA • BERRİN KOYUNCU-LORASDAĞI • BURCU MUTLU • AYLİN ÖZMAN • SARE ÖZTÜRK • DENİZ PARLAK • NURAY SAKARYA • CEMRAN ÖDER • ŞEMSA ÖZAR • YASEMİN ÖZGÜN • İLKAY ÖZKÜRALPLİ • ECE ÖZTAN • SEDA SALUK • SUZAN SANER • GÜLNUR ACAR SAVRAN • FERYAL SAYGILIGİL • NÜKHET SİRMAN • EBRU SOYTEMEL • ÜRÜN ŞEN SÖNMEZ • BURCU ŞENTÜRK • İPEK TABUR • ÜLFET TAYLI • SENEM TİMUROĞLU • NAGEHAN TOKDOĞAN • BAŞAK TUĞ • HİDAYET ŞEFKATLİ TUKSAL • TÜLİN URAL • İLKNUR ÜSTÜN • MELDA YAMAN • YELDA YÜCEL • ŞAHİKA YÜKSEL • YAPRAK ZİHNİOĞLU
KİTAPTAN BİR BÖLÜM..
1918 yılında Mükerrem Belkıs Kadınlar Dünyası dergisi aracılığıyla feminizmi şöyle tarif eder: Feminizm ahlâkı yıkan, aileyi yıkan bir cereyan değildir. Feminizm haksızlığı, biçareliği ve müsavatsızlığı kaldırarak yerine ahlâkın, vicdanın muhakemesiyle vücuda getirilecek yeni ve insani bir teşkilat kurmak ve heyet-i içtimayilerde, ailelerde samimi bir muvazenet tesis etmek emelindedir... Halihazırda bundan daha vasi bir cereyan yoktur. Sosyalizm cereyanını bile geçti. Bizim memleketimizde sosyalizm henüz inkişaf etmediği halde feminizm oldukça yaygındır.1 Sosyolog Andrée Michel’e göre2 feminizm sözcüğü Fransızcaya 1837’ den sonra girer. Robert Sözlüğü’nden alıntı yapan Michel, “Kadınların toplum içindeki rolünü ve haklarını genişletmeyi öngören bir doktrin” olarak tanımlar feminizmi.3 1970’lere gelindiğinde Michel’e göre feminizmin tanımı artık yalnızca öğretiyi değil eylemi de içermek zorundadır. Şirin Tekeli ise 1983 yılında feminizmden “yeni feminizm” olarak söz eder ve mücadele alanını genişlettiğini ifade eder:4 Başta ezilen kadınlar olmak üzere, ezme ve ezilme ilişkilerini tümüyle yadsıyan, bu nedenle insanların ezilmesine yol açan tüm etkenlerin ortadan kaldırılması için mücadele veren bir harekettir. Hayatın her yönünde ortaya çıkan baskı, ezme ve ezilme durumlarına karşı çıkar. Bunun için yeni feminizm, yüzyılın başındaki çok etkili eski feminizm-süfrajet hareketinden farklı olarak, tek bir hedef uğruna kısa vadeli değil, kadınların ve insanlığın özgürleşmesi için çok yönlü ve uzun soluklu bir mücadele verilmesi gerektiğini savunur. 1980’lerin başlarında Türkiye’de feminizm şöyle tartışılmaktadır: Evet, sonra, iki şeyden faydalandık: Bir tanesi, batılı kız kardeşlerimizin bu işlere daha önce başlamış olmalarından dolayı deneyimlerinden. Yapının despotluğu-yapısızlığın despotluğu, lidersiz hareket-liderli hareket vs. üzerine batıda ciddi literatür vardı. Bizim o zamanki en iyi batı ayağımız Stellaydı çünkü o dönem Fransa’da yaşıyordu ve bize habire bu tartışmaları taşıyordu. Yani, daha önce o yolu yürümüş kadınların bilgi ve deneyimlerinden yararlanıyorduk. Bir de, organik olarak gelişiyor ve büyüyorduk. Mesela kendi aramızda öyle hegemonik bir oluşumun olmaya başladığını sezdiğimiz anda, birileri buna da isyan ediyordu ve o zaman birkaç toplantıyı sırf buna ayırıyorduk. Dolayısıyla, feminist hareketten galiba benim kendi adıma çıkardığım teorik bir şey şu: Her zaman, her yerde, her kadın için geçerli olan bir tek biçim yok. Hareket, biçimini kendisi yaratır ama bunun için de bilinç yükseltme yapmak şart, diye düşünüyorum.5 Bu söylem aslında feminizmin teorisinin nasıl şekillendiğini, keşfetmeye açık olduğunu, devrimci özelliğini de vurgulamaktaydı. İkinci Dalga feministler kuşağından, 1973’te Fransızca konuşulan ülkelerde çıkan ilk feminist dergisi olan Cahier du Grif’in kurucularından, şair ve felsefeci de olan Collin’e (1928-2012) göre de feminizmin kurucu bir kitabı yoktur: Marx’ın Marksizm içindeki rolünü Simone de Beauvoir feminizmde oynamaz. İkinci Cinsiyeti tekrar tekrar okuyabilir, ondan esinlenebilir ve onun hakkında tartışabiliriz ama o bizim dogmamız değildir. Tarihsel olarak başvurulan bir metindir o. Ve böyle birçok metin vardır ama hiçbiri kurucu bir metin değildir. Kitap bir anlamda yazılmayı beklemektedir.6 Feminizm, kadınlar olarak geçmişteki tartışmaları, mücadeleleri, politik hattı öğrenerek, gözden geçirerek, tartışarak yeniden, hep yeniden kendimizi kurmak, deneyim aktarmak, tecrübe oluşturmaktır bir anlamda. Bu cilt de esasen bu topraklarda feminizmle ilgili olarak kadınların politik ve ideolojik açıdan ne biriktirdiklerine, ne düşündüklerine, hangi izleklerden gelerek buluştukları ya da ayrıldıklarına dair yazıları içermektedir. Türkiye’de 1970’ler ve özellikle 1975-1980 arası feminizmin değil; kadın sorununun gündemde olduğu yıllardır. Onun da sosyalist mücadelenin başarıya ulaşmasıyla çözüleceği düşünülür. 1975 yılında kurulan İlerici Kadınlar Derneği (İKD) bu dönemde kurulan sosyalist kadın derneklerinin en çok ses getirenlerindendir. Kadınlar için önemli kampanyalar üretir: Eşit işe eşit ücret, kreş ve doğum kontrol yöntemlerinin yaygınlaştırılması, doğum izinlerinin artırılması gibi talepler bunların en göze çarpanlarındandır. 1980’ler feminizmin siyasal bir ideoloji ve hareket olarak ortaya çıktığı yıllardır. Kadınların evlerde, dergi çevrelerinde, bilinç yükseltme gruplarında bir araya gelerek çeviriler yaptıkları, Kadın Çevresi adında ilk feminist yayınevinin kurulduğu, feminist örgütlenmenin ilke ve yöntemlerini oluşturdukları, kamusal alana çıktıkları, feminist kampanyaların örgütlendiği dönemdir ve de aslında kendilerinden çok daha önce aynı yerde kadınların sözlerini dillendirmeye başladıklarının farkında değillerdir henüz.7 Osmanlı kadınlarının nasıl politik bir birikim yarattığı ise ancak 1990’lı yılların kadın tarihçilerinden öğrenilebilir. Osmanlı’da feminizm sözcüğünün ilk ne zaman kullanıldığını tam olarak bilmemekle birlikte, 1899 yılında Ebüzziya Tevfik feminizm sözcüğünü kullanarak Fransızcadan yapılan çevirideki sorunları tartışır.8 1993 yılında Aynur Demirdirek’in kaleme aldığı Osmanlı Kadınlarının Hayat Hakkı Arayışının Bir Hikâyesi ve 1994 yılında Serpil Çakır’ın Osmanlı Kadın Hareketi isimli eserleri bu coğrafyadaki kadınların tarihe ve kendilerine bakışlarını sorgulamasını sağlar. Osmanlı kadınlarının hak arama mücadelesi açığa çıkarıldıkça kadın tarihinin boşluklarının tamamlanmakta olduğu ve tarihin yeni bir bakış açısıyla yeniden yazılması gerektiği düşüncesi güçlenir. Beslenilen geleneği öğrenmek ve bunun üzerine düşünmek için bu iki eser de oldukça bilgi barındırmaktadır: Örneğin, bu dönemde yayımlanan bir dergi olan Hanımlara Mahsus Gazete (18951908), derginin yayın amacının açıklandığı ilk sayıda, özellikle nesil yetiştiriciliği yönünden ötürü kadınların da geliştirilmesi, yükseltilmesi gerektiğini vurgular, kadının içinde bulunduğu durumla toplum arasında bağlantı kurulur. Aynı yazıda derginin başlıca iki amacı açıklanır: Dergi aracılığıyla entelektüel Türk kadınları ve eserleri tanıtılacak, yayınlanacak, böylece Türk kadınının yeteneği kamuoyuna gösterilecektir. Yazılarında kadınların, özellikle Müslüman kadınların kendi tarihlerini bilmediklerini vurgulayan Fatma Aliye, ünlü İslâm kadınlarının başarılarından örnekler verir, kadınların kendi tarihlerini araştırmalarının önemine dikkat çeker. Verdiği örneklerde İslâmiyet’in eğitim ve ilerlemeye engel olduğu, kadını esarete mahkûm ettiği yolundaki yanlış kanıyı ortadan kaldırmayı hedeflediğini vurgular. Hanımlara Mahsus Gazete’nin yazı kadrosundaki kadınlar dönemin aydın-bürokrat kesiminin kızları ya da eşleri olan entelektüellerdir. Hepsi yazın yaşamında belli bir yere sahiptir. Bunda aldıkları eğitimin rolü büyüktür. Derginin yazarlarından bazıları, II. Meşrutiyet dönemi öncesinde yazıları ve öne sürdükleri fikirlerle etkili olmuş Nigâr Hanım, Fatma Aliye, Makbule Leman, Emine Semiye’dir. Bu dönemin ilk kadın dergilerinden biri de Demet’tir. (30 Eylül 1908 - 11 Kasım 1908). Yedi sayı yayımlanan derginin ilk sayılarında kadınlardan çok erkek yazarlara rastlanır. Dergide kadın ve çocukların eğitimi, kadın terbiyesi, yüz bakımı, moda en çok işlenen konulardır. Ayrıca çok az olmakla birlikte siyasetle ilgili yazılar da çıkar. Bu yazılar sayesinde kadınlar ilk kez siyasi makaleler okumaya başlar. İsmet Hakkı Hanım burada çıkan bir yazısında yaradılış olarak erkeklerin kadınlardan üstün olduğu iddialarını tamamen reddeder. Fransa’da Madam Curie’den, İngiltere’de süfrajetlerden örnekler verir.9 Kadınlar Dünyası (1913-1914 ve 1918-1921) amacı, üslubu, içeriği, faaliyetleri ve okur düzeyiyle kendinden önce çıkmış dergilerden farklı bir yere sahiptir. Dergi, kadın hakları mücadelesini başlatır ve Osmanlı kadını ile ilgili önemli bilgiler verir. Kurucusu Ulviye Mevlan’a göre en önemli sorun kadının üretici değil, tüketici olmasıdır. Ulviye Mevlan’ın temel hedefi kadınlığı uyandırıp bilinçlendirmek, üretken hale getirmektir.10 Dergiye göre kadınlar ancak hemcinsleriyle dayanışma içinde sorunlarına çare bulabilirler. Kadınlar dergiye gönderdikleri mektuplarda, dergi çıkmadan önceki umutsuzluklarını açıklar, bu durumu böyle bir derginin o zamana kadar olmayışına bağlarlar. Serpil Çakır’ın kitabı esas olarak Kadınlar Dünyası dergisi temelinde, Osmanlı kadınlarının seslerini duyurma mücadelesine yer vermektedir. Aynur Demirdirek ise Şükûfezar, Hanımlara Mahsus Gazete, Demet, Mahâsin, Kadın/Selanik, Kadın/İstanbul, Kadınlar Dünyası ve Kadınlık dergilerini inceleyerek Osmanlı kadınlarının mücadelesini anlatır. Her iki kitap da Osmanlı kadınlarının eğitim, çalışma
hakkı arayışının en önemlisi de hâlâ peşinde olduğumuz kadınların görünür olma, sokağa çıkabilme, konuşabilme özgürlüğü mücadelesinin ne kadar eskilere dayandığını kavramamıza vesile olur. 1990’lar feminizmin baktığı alanların çeşitlendiği,11 1980’lerde biriktirdiği bilgi ve deneyimin kurumsallaşmaya başladığı, bununla birlikte örgüt içi demokrasi sorunlarının başka bir boyut kazandığı bir dönem olur. Bu dönem aynı zamanda tüm kadınların kadın olmaktan kaynaklı ortak bir ezilmişliği olduğunu söyleyen feminizm yaklaşımdaki “biz kadınlar eziliyor ve sömürülüyoruz,” diyen kolektif politik öznenin parçalanmaya başladığı bir süreçtir. Kadınlar cinsiyetleri dışında ait oldukları kimliklerden dolayı farklı şekilde ezildiklerini ve sömürüldüklerini ilan edeceklerdir. 1990’larda örgütlü Kürt ve Müslüman kadınlar hem kendi politik dillerini kuracaklar hem de o ana kadar var olan feminist politika ve hareketi beyaz ve orta sınıf olmakla eleştireceklerdir. Bu dönem feministler açısından önemlidir. 80’lerde Kürt hareketi ve İslâmi hareket içinde kendilerini feminist hareketin bir parçası olarak hissedememiş olan kadınlar, feminist talepler geliştirip bu talepler etrafında örgütlenerek sürece damgalarını vurur. Kürt kadınlar, hem patriyarka üzerinden milliyetçiliği hem de Türkiyeli feministlerin “Türk”lüğünü sorgular. Müslüman feministler ise, feministlerin seçkinci, benmerkezci tavrına karşı çıkarak inançlarıyla patriyarkal sistem tarafından ezilmeyi reddedişleri arasında bir çelişki olmadığını anlatmaya çalışır. Bu iki duruş, kadınlar arasında oldukça gergin ama verimli tartışmalara neden olur. 90’lar kadın hareketinin dallanıp budaklandığı dönem olarak adlandırılabilir. Farklı kadın örgütlenmeleri arasında birlikteliğin görüldüğü,12 hareketin büyük şehirlerden çıkarak başka şehirlerde de örgütlenmeye başladığı söylenebilir. Başka bir boyutu da üniversitelerde çok sayıda kadın çalışmaları bölümünün açılmasıdır. Yine 90’larda başlayan “proje feminizmi” ise feministler arasında gerilimli bir tartışma alanı olan hâlâ da önemini yitirmeyen can alıcı bir mesele olarak durmaktadır. 2000’li yıllar ise kadın tarihi açısından yapılan çalışmaların bereketlendiği bir dönemdir. Kadınsız İnkılap (2003) ve Bir Adalet Feryadı; Osmanlı’dan Türkiye’ye Beş Ermeni Feminist Yazar 1862-1933 (2006) isimli kitaplar bu çalışmaların en çarpıcılarındandır kuşkusuz. Kitabı derleyenlerden Lerna Ekmekçioğlu yazmış olduğu Sonsöz’de son derece haklı bir eleştiri getirerek, 1990’lara kadar Osmanlı kadınlarına ait belgeler derlenirken Müslüman-Türk olmayan kadınlara yer verilmediğini söyler; tarihyazımında bu kadınlardan bahsedilmemesini Trouillot’dan ödünç aldığı “sessizleştirme” kavramı ile açıklar. Türkiye’deki arşivlerin adeta araştırmacıda Türk olmayanlar hakkında merak uyandırmamak üzerine olduğu saptamasını yapar. Bunu anlamamıza, düşünmemize yol açacak zihin açıcı sorular sorarak yazısını bitirir. Kitap, Elbis Gesaratsyan (1830-1911), Sırpuhi Düsap (1841-1901), Zabel Asadur (1873-1934), Zabel Yesayan (1878-1942), Hayganuş Mark (18851966) isimli kadınların dönemlerinde hem kadınlar hem toplum için yaptıkları öncü faaliyetleri, mensup oldukları milletle ve devletle ilişkilerinde sorun yaratacak radikal denebilecek söylemlerini, feminizme bakışlarını, dergi çıkartma faaliyetlerini, kadınların eğitimi ve kamusal yaşamda varlık gösterebilmeleri için yaptıkları çalışmaları, yazarlık deneyimlerini ve en önemlisi de birbirleriyle olan ilişkilerini, birbirlerinin yolunu açmalarını, dostluk ve dayanışmalarını anlatmaktadır. Kadınsız İnkılap ise, Nezihe Muhittin’in Cumhuriyet’in kurulma sürecinde kadınların siyasette yer alması için mücadelesini ve Türk Kadınlar Birliği’nin kuruluş ve sönümleniş sürecinin öyküsünü anlatarak Türkiyeli kadınların hak arama mücadelesindeki taşlı yolları gözler önüne serer. Yine 2000 yılında ilk baskısı yapılan Ayşe Durakbaşa’nın Halide Edip; Türk Modernleşmesi ve Feminizm kitabı da önemli bir edebiyatçı ve siyasetçi olan kadın figürünün feminist açıdan değerlendirilmesi ve feminist biyografi yazımı bakımından önemli bir yere sahiptir. 2000’li yıllarda kadınların mücadelesi sonucunda Medeni Kanun ve Türk Ceza Kanunu’ndaki değişimler “lobi” kavramını da proje feminizmi gibi feministlerin politik tartışmalarının odağına taşır. Bu dönem için feministlerin ve feminist olmayan grupların bir araya geldiği bir kadın hareketi söz konusudur.